Nihayet o gün gelmişti. Babası, sonunda ikna olmuştu; Şeyma evlenecekti Yusuf’la… Babası zor, biraz da aksi bir adamdı; zorlaştırmayı, işi yokuşa sürmeyi pek severdi. Aslında ilk göz ağrısı evladını vermemenin duygusu ile hareket ederken, yanlış anlaşılmıştı. Neyse ki sonunda ikna olunca her şey çözülmüştü; ‘artık her şey mükemmel olacak’ diye düşünüyordu Şeyma...
Bu zamana kadar kimin hangi işi, mükemmel olmuştu ki… İnsan işte “benimkisi farklı” deyip aynı çukura düşmekte pek yetenekli...
Zoru başarınca her şey artık kolayca ve hızlıca hallolacaktı. İkramlıklar, elbise, ayakkabı, makyaj, konsept derken her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü.
Aldığı elbise bir santim kadar uzundu onu dahi kestirmişti. Çünkü her şey kusursuz olmalıydı… Makyajı için en kaliteli malzemeleri kullanan makyözü bulmuştu. İkramlıkların her biri için özel kaplar almış, annesinin evindeki tüm örtü, tabak, çatal kaşık ne varsa hepsi yenilenmişti. Hem de en iyi markaların en kaliteli ürünlerinden… Demişti bir kere “her şey mükemmel olacak…”
Kendini mükemmel kabul eden insanlar, eksik hiç bir şey olsun istemezler. Her şeyin dört dörtlük olması için ellerinden gelen her şeyi yaparlar ve olmayınca o duruma kafayı takarlar. Oysa insan mükemmel olabilir miydi? Tam anlamıyla eksiksiz bir şey tasarlayabilir miydi?
Söz günü gelmişti, özenerek giydiği kıyafetleriyle etrafta dolanıyordu Şeyma ve “bana dokunmayın, elbiseme dikkat edin, kirlenmesin” diyerek herkesi kendinden uzak tutmaya çalışıyordu. Nihayet sıra damat kahvesine gelmişti. Kıyafetine dökülmesin diye kuzenine pişirtmişti, içeri girmeden önce tuz ve karabiberini de atmıştı. İşte beklenen an... Sadece yedi adımlık bir mesafe vardı. Yedi adım sonra damadın yanındaydı… Her şey mükemmel diyordu içinden... Ta ki üçüncü adımda elbisesine takılana kadar....
Şeyma yerdeydi, hem suratı hem elbisesi kahve içindeydi. Ne yapacağını bilemiyordu. Bağırsa bağıramaz, kızsa kızamaz… “ahh” diyebildi sadece. Hayal ettiği her şeyin berbat olmasının ahıydı bu.
Daha fotoğraf çekilmemişti, yüzünü bir şekilde eski haline getirebilmişti ama elbise kahve içindeydi. Temizleseler de lekeler üzerinde kalacaktı.
Haliyle yüzü de düştü... Hayal ettiği her şey suya düşmüş gibiydi. Çünkü bu organizasyondaki en önemli parça gelin ve onun kostümüydü. Bunu nasıl hesap edebilirdi ki… Biraz duruldu, düşüncelere daldı, çok üzülmüştü. Acaba nerede bir hata yapmıştı ki… Annesi teselli ediyordu. “Kızım illa bir eksik çıkar, canını sıkma” diyordu.
“İlla bi eksiklik çıkar” dedi kendi kendine. Madem işin kuralı buydu, neden her şeyi mükemmel yapmaya çalışmıştı ki! Belki de kendi bilerek bir şeyleri eksik bıraksaydı başına bu gelmeyecekti… Şeyma bir aydınlanma yaşamıştı. mükemmel olmaya çalıştığı her yerde, bahtsız bedevi gibi hep önemli problemler çıkıyordu. O da her defasında daha mükemmel plan yapmaya çalışmıştı… Oysa işler tam tersi ilerliyordu... Acı bir şekilde de olsa anlamıştı…
Bir elbise karasına, hayatında bir problemi aydınlanmıştı… Buna değerdi... Çünkü, daha çok yolu vardı…
***
Yorumlar
Yorum Gönder