Anahtarı sertçe soktu yuvasına Müjgan ve kendini attı içeriye. Bir yandan elindeki poşetleri yere doğru fırlatırken, bir yandan söylenmeye devam etti.
Zaten
genelde yaptığı bu değil miydi? Sürekli birilerine bir şeyler söylüyor ama hiç
anlaşılmıyordu. “Aman Yarabbi yeryüzünde beni anlayacak hiç kimse yok mu?” dedi
kendi kendine.
Sabah
evden çıkmadan başlamıştı tartışma. Annesinden güzel bir teselli bulacağını
umarken her şey ters tepmişti. Sebebi de biraz daha para istemesiydi. “Azıcık
destek atsana bu ay çok sıkıştım” demişti. “Ay bir cümle ettim bin ah işittim,
peh!..”
Kendi
başına yaşamaya, ayakları üzerinde durmaya çalışan bir cesur yürekti Müjgan,
kendine göre. Hele de geçinmenin böyle zor olduğu bir dönemde… Okulu bitirip
hemen işe başlamıştı. Tabi babasının şirketinde, hazır aile şirketi vardı.
Orada da barındırmamıştı babası. Ara sıra aldığı izinleri, arada bir geç
kalmalarını abartmış da abartmıştı. Sonra aileden ayrılmadan olmayacak,
demişti. “Benim hayatımda radikal değişiklikler yapmam lazım, ne kadar güçlü
olduğumu görecekler!”
Ailesinin
yanından ayrılıp başka bir şehre taşınmıştı. Tabi babası da iskele babası
değildi ya! Hemen sevgili kızına bir mimarlık ofisi açmıştı. Başta az çok
iyiydi işler, çünkü ailesinin tüm tanıdıkları müşterisiydi. Ama tabi zamanla
müşteriler azalıyor ve hatta babasına kendisini şikâyet edenler, işleri iptal
edenler bile oluyordu.
O
zamanları düşündü Müjgan. “Yani gerçekten vizyoner bir mimar olmak da zor,
kimse seni anlamıyor, bir de her şeyi saçma buluyorlar.” Eee az buz değildi.
Yıllarca okumuş, az bile olsa yurt dışı görmüş bir mimardı. Herkesten farklı
bakıyordu mesleğe. “Ah ah, dedi, benim gibi gençlerin kıymeti bilinse…”
Bilinmiyordu
işte, müşterileri anlamıyordu Müjgan’ı. Bu yetmezmiş gibi babası da para
musluğunu kapatmıştı. “Neymiş efendim madem onlardan ayrılmışım, kendi
kanatlarımla uçacakmışım. Kendi hayatımın sorumluluğunu kendim alacakmışım,
zırt pırt arayıp baba şunu çöz, anne bunu hallet demeyecekmişim. Böyle zalimlik
mi olur ya! İnsan hiç evladından yüz çevirir mi?” Göreviydi bu tabi ki
destek olacaktı çocuğuna; Müjgan’a göre...
Bu
yetmezmiş gibi, ortak işe girdiği arkadaşı da terk etmişti onu. “Neymiş efendim
ben hiç düzenli mizanlı bir hayat yaşamıyormuşum, sağım solum belli olmuyormuş.
Ben çok tutarsızmışım, hah sen benim gibisini bul da… Kimse anlamıyor beni ya.
Herkesin ağzına sakız olmuşum, adımız çıkmış dokuza inmiyor oradan.”
Yakında
sevgilim de terk eder
kesin, dedi kendi kendine. Çünkü o da kendisini hiç
anlamayanlar kervanındaydı, ne yani eksik mi kalsaydı? Müjgan bu kadar sıkıntının bu kadar problemin içinde
azıcık huzur bulmak için ona sığınıyordu, ama bir tatlı söz, bir avuntu cümlesi
söylemekten bile acizdi(!)
Montunu
çıkarıp koltuğun ucuna attı kendini. “Bak işte son kalem, annem de sırt döndü
bana. Üstelik saatlerdir anlatıyorum niye para istediğimi, sürekli aynı şeyleri
tekrarlıyor. “
Neymiş
efendim, “kızım kararlarını veriyorsan sorumluluğu da al, yok yapamıyorsan dön
gel. Hem bizi dinlemiyorsun hem de sürekli problemlerin çözümünü bizden
bekliyorsun...”
“Vay
be, ya insan hiç evladına sırt döner mi, anne baba dediğin hep arka çıkmalı…
Yok yok Müjgan sen yalnızsın şu hayatta. Ne seni anlayan var, ne sesini duyan…”
Bir
anda ağlamaya başladı. Sanki her şey arapsaçı olmuş, tüm dünya üstüne geliyordu.
Neden herkes her şeyin çözümünü kendisinden bekliyordu ki… İnsanların onu
sürekli yüz üstü bırakmasından çok yorulmuştu Müjgan. Çok mu şey bekliyordu
sanki?..
Bizler
peki, bir problem yaşadığımızda kimden bekleriz çözümünü? Peki
nerelerde ararız dermanı, çözümü?
Aslında
Müjgan’ın hissettiği duygular ne kadar tanıdık geliyor kulağa. Herkesin
kendisini yapayalnız, çaresiz hissettiği anlar vardır sahi... Peki nedir insanın
o derdin içinde kaybolmasına sebep olan şey? Gerçekten çözümsüz hissettiren şey
nedir? İnsan hayatında başkalarına odaklandığı her an, annesinden babasından,
arkadaşından, bazen sınav sonucundan, bazen hava durumundan... Dış dünyasından
beklentiye girdiği her seferinde niçin hayal kırıklığı yaşar? Belki de
girdiğimiz ilk kapıdır yanlış olan. Belki de aradığım cevaplar çok yakındadır.
Beni çözümsüz bırakan ve o problemde oyalanmama neden olan şey, çözümü yanlış
yerde aramamdır belki… Herkes kendi hayat sahnesinde başroldedir çünkü. Peki
kendisinin yerine başkalarını çıkarabilir mi sahneye?
***
***
Formül basit şöyle anladım bu yazıdan beklentim nerede dış dünyadaysa oraya karşı kendi çabalarımı artırmak :)))
YanıtlaSilİnsanın olayın içindeyken kendini haklı zannetmesi ne büyük bir yanılgı…
YanıtlaSilİnsan, en büyük zulmü yine kendisine yapar... ilk zulüm, dış dünyadan beklentiye girip, yanlış kapıda beklemek...
YanıtlaSilKaleminize sağlık, konuyu açık ve güzel bir şekilde ifade etmişsin.
YanıtlaSilBeklentilerin en kıymetlisi insanın kendisinden olan beklentisidir...
YanıtlaSil"bana düşen neydi?" demek yerine başkalarının görev dağılımını yapmak insanınçok yoran bir şey. kaleminize sağlık...
YanıtlaSil