EKSİĞİMİZ HİÇ BİTMEYECEK
ARKASI YARINTelevizyonun olmadığı
ancak Radyo dinlemenin büyük keyif olduğu zamanlara denk gelmişti Burcu’nun çocukluğu.
Yine bir gün radyoda
arkası yarın dinleyip uçsuz bucaksız bir hayal aleminde dolaşıyordu Burcu. Öyle
güzel hayallerdi ki... İsmini duymadığı şehirlerin, hiç görmediği restoranların,
kafelerin, tadını ve kokusunu bilmediği kahvenin hayalini kuruyor, hikayedeki Anna’nın
somon rengi güderi eteğini ve beyaz İpek bluzunu giydiğini, topuklu
ayakkabılarının üzerinde süzülerek yürüdüğünü canlandırıyordu zihninde. Hikâyenin
en heyecanlı yerindeydi ki birden annesi beliriverdi yanında. Kafasını annesine
doğru kaldırırken annesinin dudaklarından duymaktan hiç hoşlanmadığı kelimeler
dökülüverdi...
”Burcu al bakalım bu toz bezini,
her yerin tozunu al, boş boş oturma! “
Canı çok sıkılan Burcu, arkası
yarın bitene kadar defalarca radyonun bulunduğu komidinin tozunu almıştı...
Burcu, bu “arkası yarın” hikayelerini
dinledikçe kendi bulunduğu evin dışında
daha pek çok renkli ve eğlenceli bir hayatın olduğunu düşüyordu. Hayata dair meraklı sorular sorup, bir sürü istek ve gelecek
hayalleri kuruyordu zihninde. Henüz altı yaşındaydı ancak annesini ağlarken her
gördüğünde “neden bu büyükler ağlarlar ki? Halbuki hayat çok eğlenceli “diye düşünüyor, anlam
veremeyip üzülüyordu annesi için.
Burcu’nun babası haftada yedi gün çalışıyordu... Akşam eve geldiğinde de çok yorgun oluyor yeterince ilgilenemiyordu
ailesiyle...
Burcu’nun annesi Emine Hanım
eşinin bu yoğunluğundan, hafta sonları ailecek hiçbir yere gidememekten, 2 çocuğunun
ve evinin tüm sorumluluğunu üstlenmekten dolayı hep bir serzeniş, hep bir
memnuniyetsizlik ve eksiklik içindeydi...
Emine Hanım, eşinin
kendisine yaptığını kızı Burcu’ ya yapıyordu... Nasıl ki eşi onu sürekli evde yalnız
bırakıyordu, Emine Hanım da Burcu’yu bahçeye oyun oynamaya yollamıyordu. Burcu
evlerinin balkonun parmaklıklarının arasından izlerdi komşu çocuklarını… Küçük
süs havuzunun etrafında çoğunlukla evcilik ya da saklambaç oynarlardı. O ise
evde hep yalnız başına oyunlar oynar, babasının aldığı resimli hikâye
kitaplarının resimlerinin üzerinden günde üç defa geçerdi. Her seferinde farklı
bir konu eklerdi kafasından kurduğu hikayelere. Bir yıl sonra okula gidecek,
okuma yazma öğrenecek ve babasının kütüphanesindeki bütün kitapları yalayıp
yutacaktı. Kim bilir ne renkli hayatlar gizliydi o kitapların içinde.
Burcu arkası yarınlarda
duyduğu süslü hayatların hayaline bir süre sonra eve giren “televizyon” da izlediği
filmlerindeki hayatları da eklemeye başlamıştı...
İstek üstüne istek, hayal
üstüne hayal biriktiriyordu kafasında…
Başrol oyuncuları gibi
havalı, güzel ve başarılı olmalıydı. Güzel restoranlarda yemekler yemeli,
yakışıklı bir erkek arkadaşı, neşeli ve eğlenceli kız arkadaşları olmalıydı.
Annesi gibi evde ağlayıp şikâyet
içinde bir hayat geçirmeyecekti…
Yaşı ilerlese bile annesi
hiçbir şeye izin vermediği ve dışarı arkadaşlarıyla çıkıp sosyalleşemediği için
ya oturur kitap okur ya da ders çalışırdı Burcu. İleride nasılsa kendi parasını
kazanıp istediği gibi gezip, istediği her şeyi alabilecekti... Eksik hiçbir
şeyi olmayacaktı Burcu’nun.
Çocukken kazandığı okuma
alışkanlığı işe yaramıştı. Babasının hafta sonu dershaneye yollaması sayesinde Burcu en iyi özel okullarda burslu olarak okuyup başarılı
bir öğrencilik hayatı geçirmişti.
Üniversiteden mezun olur olmaz
iş hayatı başlamıştı Burcu’nun. Üstelik en sevdiği moda ve tekstil alanında çalışıyordu.
O kadar çalışkan ve hayat doluydu ki çok kısa sürede terfiler almıştı. İyi
para kazanmaya başlamıştı. Çalıştığı şirket bir dünya markasını satın alınca
bu departmanın başına Burcu’yu koymuşlardı. Ondan daha çalışkan, daha güler yüzlü
ve pratik zekalı biri daha yoktu şirkette.
Bu yeni marka sayesinde dünyanın dört bir yanına seyahatlere gidiyor, hiç görmediği ama hayalini kurduğu şehirlerin sokaklarını geziyordu. O arkası yarınlarda izlediği kafe restoranlarda tadına daha önce hiç bakmadığı yemekleri yiyor ve hiç tatmadığı içecekleri tadıyordu. Kendi ülkesinde gitmediği gösteri, tiyatro ve müzikallere gidip, daha önce hiç eğlenmediği kadar eğleniyordu.
Annesi de bu yurtdışı
seyahatleri sayesinde Burcu’nun evde olmamasına alışmıştı. Her ay kızının verdiği harçlıklarla biraz
rahatlamış ve kendini oyalamak için mahalledeki Halk Eğitim kurslarına gitmeye
başlamıştı.
Burcu otuzuna gelmişti ve eksikliğini hissettiği her şeye tek tek ulaşıyordu…
Üniversiteden beri
görüştüğü kız arkadaşlarıyla artık tatillere bile gidebiliyordu senelik
izinlerinde…
Artık eksikliğini hissettiği tek şey kafasına göre bir erkek arkadaştı. O da arkası yarınlardaki Anna gibi ilişkilerinde çok seçiciydi. Bir erkekle birlikte olması o kadar kolay değildi. Başlamadan biten pek çok ilişkisi olmuş, her konuda isteklerine ulaşmasına rağmen ilişkiler konusunda hep bir eksiklik, hep bir boşluk içindeydi. Anlamsız ve yüzeysel birliktelikler hiç ona göre değildi.
Kırkına yaklaştığında bütün arkadaşları evlenmiş, çoluk çocuğa karışmışlardı bile. Ancak Burcu’nun kalbinde kocaman bir boşluk vardı... O çok sevdiği kız arkadaş grubu toplanmaları, artık eşli çocuklu aile buluşmalarına dönmüşt. Burcu kendini onların arasında çok yalnız ve çok eksik hissediyordu… Artık hiçbir şekilde biriyle birlikte olmam mümkün değil diye ağlarken, tam da ümidini kesmek üzereyken bir arkadaşı vasıtasıyla Ahmet ile tanıştı…
Ahmet çok kısa bir sürede
Burcunun içindeki o kocaman eksikliği doldurmuş ve daha ilk yıl bitmeden dillere destan
bir düğünle evlenmişlerdi. Gelinliğinin
modelini kendi çizmiş, düğün organizasyonunu ve salon tasarımını anlaştığı
firmayla detaylıca tasarlamıştı. Evinin mobilyalarını en ince detayına kadar
tasarlayıp özel üretim yaptırarak evini döşemişti. Hiç bir şey eksik olmamalıydı.
Düğün günü saçları yapılırken
gözleri kuaförün önünden çocuklarıyla geçen hoş ve alımlı bir kadına takılmıştı. Anne ve kızları bir şeyler hakkında hararetli hararetli konuşuyorlardı... Derin
bir iç çekti ve bir de bu güzel kadın gibi güzel iki tane çocuğum olsa, onlarla
böyle tatlı tatlı bir şeyler konuşsam daha ne isterim ki dedi içinden…
Ahmet ve Burcu çok uyumlu
bir çift olmuşlardı… İkisi de çok yoğun çalışıyorlardı ancak her fırsatı
değerlendirip gezmelerini de ihmal etmiyorlardı… Birgün Burcu ’nun içini yine o aynı eksiklik hissi kapladı içini. Aklına düğün
günü o kuaförün dışında gördüğü iki çocuklu güzel kadın geliverdi. Yaşı ilerlemişti ve tek kalemde iki çocuk sahibi olmanın tek yolu vardı. Bir arkadaşının
referansıyla şehrin en iyi tüp bebek merkezine gidip iki çocuğa birden sahip
olabilmek için yapılması gereken bütün tedavileri yaptırdı. Ve daha ilk
tüp bebek denemesinde hamile kalmıştı Burcu. Gece gündüz sağlıklı ve mutlu
bebekleri olması için dua ediyordu… Neyse ki bebekler son derece sağlıklı doğdu
ve bütün ailenin neşesi oldular. Çocuklar yürümeye başlayınca Burcu’nun içini
yine bir eksiklik kapladı… Oysaki her şeyi vardı artık. Peki, neydi eksik olan? Uzun bir süre bu soruyu sordu durdu kendine.
Sonra durdu,
Fark etti…
Her gördüğü ve her
duyduğu şey onda bir istek uyandırıyordu…
Baktığı ve duyduğu müddetçe,
kısaca nefes aldığı müddetçe bitmeyecekti içindeki boşluklar. Dipsiz bir kuyu
gibiydi içindeki eksiklik hissi.
İnsan demek nefis demekti
babaannesinin dediği gibi..
Nefis demek istemek demekti…
Ruhunun sürekli bir arayış içinde olması ve içinde sürekli bir boşluk bırakmasaydı.
Sonra bir şükür çekti…
Sonra tekrar şükretti…
Sonra tekrar… Birden içindeki boşluğun tatlı bir memnuniyet hissiyle dolduğunu fark
etti… Sonra tekrar şükretti.
Ya hep eksik hissedecekti
ya da şükredecekti…
Burcu şükretmeyi seçti.
Sen?
Çok güzel dile getirilmiş içimizde yaşadıklarımız, bir çırpıda okudum , içimizde bitmeyen eksiklik hissi ve şükür bağlantısı…
YanıtlaSilNe kadar içten yazılmış bir yazı. Ah Burcu ahh ne güzel sen fark edebilmișsin ya edemeseydin ne kadar zor olurdu hayat.
YanıtlaSilİnsandaki eksiklik, boşluk hissi çok güzel anlatılmış. Kaleminize sağlık:)
YanıtlaSil"Nefis demek istemek demekti… Ruhunun sürekli bir arayış içinde olması ve içinde sürekli bir boşluk bırakmasaydı."
Şükretmek doyuruyor insanı değil mi? Hiç düşünmemiştim , iyi ki var bu kelime , iyi ki bu kelime yaratılmış...
YanıtlaSiltamamlamaya çalıştıkça eksiliyoruz
YanıtlaSilsu doldurmaya çalıştıkça sanki kovada bir delik varmış gibi
bütün olamam ki
bakıyorum olmaya çalıştıkça bir şeyler bozuluyor
eksik kalmak iyidir
varsın eksik olsun
varsın onu da almayayım
🙂
Var olana şükretmek ve olmayanında nedeninin bize zulmetmek değil geliştirmek olduğunu farkedebilmek mesele ..
YanıtlaSilŞükretmenin verdiği duyguyu herkesin tatması dileğiyle.. kaleminize sağlık..
YanıtlaSilistekler sonsuzluk gibi asla tamamlanmaz o yüzden çok şükür..
YanıtlaSilEksik olan o kadar değerli ki...
YanıtlaSilTamamladıklarım bir o kadar eksik aslında
Satın aldıklarıma bakıyorum gözüm alamadıklarımda
Yaptıklarıma bakıyorum gözüm yapamadıklarımda
Gözüm eksik olanda kalıyorsa o zaman tamamlamanın anlamı ne? Tamamlamamaya gayret ediyorum
😇 Umarım bu bir halka gibi dağılır
Insan ya dis dünyayı ya da kendini dününe göre daha iyi olmayi kıyas alır...
YanıtlaSilŞükretmenin isteklerine dur demek olduğunu anlatan cok güzel bir hikaye olmus:) kaleminize saglik
Emeğinize Elinize Yüreğinize Sağlık Saygıdeğer Tülin Hanım
SilÇok keyif alarak okudum. Ne güzel bir yazı. Ellerinize sağlık
YanıtlaSilHikayeyi okurken düşünüyor insan nasıl dolar o eksiklik diye ve sonunda cevabını bulmak bambaşka bir değer katıyor yazdığınıza.. çok hassas bir konuya ışık olan yazınız için teşekkürler ellerinize sağlık..
YanıtlaSil